Kahramanmaraş Türk Ocağı Şubesi, depremde yıkılan binasına rağmen haftalık “Ocakbaşı Sohbetleri” ve düzenlediği “Konferanslar” yoluyla kültürel faaliyetlerine devam ediyor.

Geçtiğimiz haftanın konuğu KSÜ. Tarih Bölümü Öğr. Üyesi Doç. Dr. Samet Alıç ve konusu ise tam adıyla, “Kutalmışoğlu Nasırüddin Ebulfevaris Rüknüddin Gazi Süleymanşah’ın Siyasî Faaliyetleri.” Neden böyle bir konu seçilmişti? Çünkü aynı zamanda “Anadolu fatihi” olarak anılan Kutalmışoğlu Süleymanşah, gerek önce Süriye, sonra da Anadolu’nun Türkleşmesindeki payıyla birlikte, özellikle başkenti İznik sayılan Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurucudur.

MESDER(K. Maraş Edebiyat ve Sanat Derneği)’de perşembe akşamı yapılan ve nitelikli bir dinleyicinin katıldığı sohbete, Türk Ocağı Hars Heyeti Başkanı da olan tarihçi Prof. Dr. İbrahim Solak’ın takdimiyle başlandı.

Takdimin ardından söz alan Ortaçağ tarihçisi Doç. Dr. Samet Alıç, konunun iyi aydınlanması için Büyük Selçuklu Devleti’nin kurucu şahsiyetlerinden giriş yaptı ve şunları söyledi: “Selçukluların bilinen en eski ismi Dukak Bey’dir. Dukak Bey’in ardından sırası ile ailenin başına Selçuk Bey, Arslan Yabgu, Tuğrul-Çağrı Beyler geçti. Arslan Yabgu’nun Selçuklu aile reisliği yapmasından dolayı devletin başına kendisinin geçmesi gerektiğini düşünen Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış Bey isyan etti. Çağrı Bey’in oğlu Alp Arslan ile Kutalmış, 1064 yılında Damgan civarındaki Vadi’l-Milh (Tuz Vadisi)’te karşı karşıya geldi. Kutalmış mağlup oldu ve bu mücadelede hayatını kaybetti ve Selçuklu tahtı Sultan Alparslan’a kaldı.”

Doç. Alıç, babasının ölümü üzerine oğlu Süleymenşah’ın, “Kutalmışoğlu Süleymanşah” unvanıyla tarih sahnesine çıktığını ve Anadolu’ya geçerek 1072 yılından itibaren ilkin Diyarbakır-Urfa havalisinde askeri faaliyetlere başladığını kaydederek sözlerine şöyle devam etti: “Süleymanşah etrafındaki Türkmenlerle birlikte 1072 yılında Fırat boylarında dolaşıp Diyarbakır, Urfa ve Birecik’te askeri başarılar elde etti; sonra Suriye’ye yönelip önemli şehirlerden Haleb’i kuşattı ve fidye karşılığında Haleb kuşatmasını kaldırdı. Sonra Bizans idaresindeki Antakya’yı kuşattı. Antakya hâkimi İsaak Komnenos’tan aldığı 20 bin altın karşılığında kuşatmayı kaldırdı, bundan sonra yönünü Anadolu’ya çevirdi. Konya ve Gavela Kalesini ele geçirip Batı Anadolu’ya ilerledi. Büyük Bizans kenti İznik’i 1075 yılında ele geçirerek, devletin başkenti yaptı. Bu sırada Bizans iç işlerinde sıkıntılı bir dönem geçiriyordu. Süleymanşah isyan eden Bizans komutanlarından Botaniatesi destekleyerek 1078 yılında Mihail Dukas’ın yerine İmparator olmasını sağladı.”

Süleymanşah’ın birliklerinin kısa sürede Marmara-Karadeniz ve Akdeniz’e doğru genişlemeyi başardığını, hatta Kadıköy ve Üsküdar’a kadar ilerlediğini, Boğaz’dan geçen gemilerden vergi almaya başladığını dile getiren Doç Alıç, “emrindeki Türkmenler Sinop, Kastamonu ve Çankırı’yı dahi fethettiler ancak elde tutamadılar” dedi.

Doç. Alıç, Süleymanşah’ın giderek artan fetih ve başarılarını ayrı ayrı tarihleriyle zikrederek, konuşmasına özetle şöyle devam etti:

“Bizans’ın Anadolu’daki etkisi zayıflayınca Azerbaycan üzerinden Anadolu’ya gelen Türk nüfusu arttı. Ayrıca uygulanan Mirî toprak sistemi ile Anadolu’daki Bizans tebâsı çeşitli ırktan topluluklar Süleymanşah’ın hizmetine girmeye başladı.

XI. yüzyılın sonlarında Anadolu’da bir siyasi birlik yoktu. Türkmenler tarafından Anadolu Beylikleri diye tabir ettiğimiz Beylikler ortaya çıkmaya başladı: Danişmendli, Mengücekli, Saltuklu, Dilmaçoğulları, İnaloğulları, Ahlatşahlar gibi... Diğer yandan Anadolu’nun kuzeyinde Trabzon Rum İmparatorluğu ve Çukurova (Malatya, Harput, Palu ve Maraş (Kilikya) civarında da Ermeniler bulunuyordu.

Bu sırada Süleymanşah’ın karşısına çıkan ilk ciddi mesele, dışarıdan çok, içeride kardeşi Mansur oldu. Süleymanşah’ı ortadan kaldırarak Türkiye Selçuklularının başına geçmek isteyen Mansur, Bizans ile de ittifak yapmıştı, ancak Süleymanşah’a mağlup olup tarih sahnesinden çekildi.

Ardından Süleymanşah eski İmparator Botaniates’e karşı Melisenos’a destek verdi. Bu desteğin karşılığında Denizli ve Ankara civarındaki bazı yerleşim yerleri Türkiye Selçuklu topraklarına dâhil oldu.

Bataniates ile Melisenos, Bizans tahtı için kavga ettikleri sırada, Bizans tahtı Alexsios Komnenos’un eline geçti. Süleymanşah, Komnenos döneminde de Bizans aleyhine topraklarını oldukça genişletti. Onu durdurmak isteyen Komnenos çok miktarda vergi verip, Süleymanşah ile 1081 yılında Dragon (Drakos) Çayı Anlaşmasını imzaladı. Bu anlaşmayı Süleymanşah, ilk defa “Sultan” unvanı ile imzalamıştır. Yani Bizans Türkiye Selçuklu devletini resmen tanımıştır. (Dışarıyla “Sultan” imzasıyla yapılan bu ilk anlaşmaya atfen, bazı tarihçiler Türkiye - veya Anadolu - Selçukluları Devleti’nin kuruluşunu, 1075 değil, 1081 kabul ederler.)

Bu dönemde Antakya büyük Selçuklulara tabi Ermeni Philaretos’un idaresindeydi ve Philaretos, idaresi altındaki halka zulmediyordu. Onun Antakya’dan Urfa’ya seyahat etmesini fırsat bilen Antakya askeri valisi İsmail, şehri teslim alması için Süleymanşah’a haber gönderdi. İznik’ten yola çıkan Süleymanşah, on iki gün sonra Aralık 1084’te Faris kapısından Antakya’ya girdi ve bir ay kadar direnen Antakya kalesini Ocak 1085’te ele geçirdi. Süleymanşah, ele geçirdiği Antakya halkına çok iyi davrandı. Hatta Rahip Mihail o günü şöyle anlatıyor:

‘Türk askerlerinin baskısı sebebiyle iç kaleyi savunan askerlerimiz teslim olmak zorunda kaldılar. Hepimiz tutsak alındık ve öldürülme korkusuyla tiril tiril titreşiyorduk. Fakat Süleymanşah, Bütün Hıristiyanları affederek serbest bıraktığını ilan ettirince sevincimizden adeta uçuyorduk". Daha sonra Süleymanşah, şehirde Kawasyana kilisesini camiye çevirtti; Cuma günü, bu camide 110 müezzin tarafından okunan ezandan sonra çok kalabalık bir cemaatle Cuma namazı kılındı. Süleymanşah, Ele geçirilen bütün ganimetlerin dışarı çıkartılmayıp, ucuz fiyatla da olsa, şehir içinde satılmasını emretti. Ayrıca Hıristiyan halkın dileği üzerine, şehirde Meryemana ve Aziz Cercis adlarında iki kilise inşasına izin verdi.’

Süleymanşah, Antakya başarısından sonra da Bagras, Samandağı, İskenderun, Derbesak, Artah, Harim, Telbaşir, Gaziantep gibi kent ve kaleleri fethetti. Aynı yıl, kendisine bağlı Emir Buldacı Elbistan, Göksun, Maraş, Behisni, Raban şehir ve kalelerini fethedince Türkiye Selçuklu Devleti'nin sınırları, Fırat ırmağı ve Haleb yörelerine kadar uzamış oldu.

Süleymanşah’ın üst üste başarıları Musul Emiri Müslim gibi bazı kişileri rahatsız etmişti. Antakya eski hâkimi Philaretos,’un Selçuklulara tâbi iken Müslim’e ödediği yıllık vergiyi, Müslim Süleymanşah’tan talep etti. Süleymanşah, idarenin artık Müslümanlara geçmesi ile kendisinin cizye ödemesinin caiz olmadığını belirtti. Müslim, Süleymanşah’a karşı ittifak arayışlarına girdi. Sonunda Müslim’in orduları ile Süleymanşah’ın orduları Haziran 1085’te Amik Ovasındaki Kurzahil mevkiinde karşı karşıya geldi. Müslim’in orduları dağıldı ve kendisi de hayatını kaybetti. Süleymanşah’ın gönderdiği kuvvetler Maaretünnuman, Kefertab, Kınnesrin ve Latmin şehir ve kalelerini ele geçirdi.

Süleymanşah önemli bir kent olan Haleb’i ise Nisan 1086’da kuşattı. Haleb’in idarecisi olan Şerif Hasan İbnülhuteyti, Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah’a ve Dımaşk’ta (Şam) bulunan Suriye-Filistin Selçuklu hükümdarı Tutuş’a (Alparslan’ın oğlu) haber gönderdi ve Tutuş’un gelip Halep şehrini teslim almasını istedi.

Tutuş, komutanlardan Artuk Beyi de alarak Haleb’e hareket etti. İki ordu Haleb civarındaki Ayn’üs Selam mevkinde karşı karşıya geldiler. Dönemin kaynakları bu iki amcazadenin Türk kuvvetleri ile birlikte birbirlerini kırıp geçirdiklerini ifade ederler. Neticede Süleymanşah’ın kuvvetleri mağlup oldu ve Süleymanşah da bu savaşın ardından hayatını kaybetti. Kaynaklar bu konuda iki farklı bilgi vermektedirler: Bizans Tarihçisi Anne Komnena (Alexiad), mağlubiyeti gururuna yediremeyen Süleymanşah’ın kendi bıçağını kalbine saplayarak intihar ettiğini yazar.

Süryani Mihail de Sülaymanşah’ın intihar ettiğini belirtmektedir. Başka bir kaynak olan İbnül Adim (Buğyetültaleb) ise, Süleymanşah’ın atının üstünde aldığı bir ok darbesi ile hayatını kaybettiğini yazar. Savaş sonunda Tutuş’un askerleri savaş alanında cesetler arasında yakut ve som altınlarla işlenmiş zırhlı bir cesede rastlayınca, onun Süleymanşah olduğu anladılar. Tutuş, cesedin Süleyhmanşah’a ait olduğunu onayladı. ‘Onu ayağından tanıdım, Onun ayakları da aynen benim ayağıma, yani Selçukoğullarının ayağına benziyor’ dedi. Sonra da gayet üzgün bir şekilde ‘Sizlere zulmettik, sizleri bizden uzaklaştırıp işte böylece öldürüyoruz’ dedi. Onun burada kastettiği, Mikail’in oğulları ile Arslan Yabgu’nun oğulları arasındaki rekabettir.

Süleymanşah’ın ölümünden sonra oğulları Kılıçarslan ve Kulan Arslan tutuklanarak İsfehan’a, Melikşah’a gönderildiler.” Doç. Samet Alıç’ın konuşması soru ve cevaplarla sürdürüldü. Sorulardan birisi de, Süleymanşah’ın nâşının Caber kalesine getirilerek defnedildiği rivayetinin kesinlik derecesiydi. Doç. Alıç buna, kesin bir şey söylenemediği, öylece inanıldığı, ama tarih boyunca orasının “Mezar-ı Türk” diye anıldığı cevabını vererek, ayrıca bu kabrin öteden beri Türk milleti için manevî bir değer taşıdığını ifade etti. Gelecek Ocakbaşı sohbetinde buluşmak üzere toplantıya son verildi.